Dert Yorumcusu

Çevirmen: Neşfa Dereli
ISBN: 9789753166300
Sayfa: 194
Ebat: 13,5 X 19,5
Cilt: Ciltsiz
Kağıt: 1. Hamur
Basım Tarihi: 01.07.2000
  
  
  

 

Bir kitaba maymun iştahlılığıyla başlayıp daha sonra okumaya devam etmek için kendimizle kıyasıya mücadeleye girmek hepimizin başına gelmiştir. Yazarın kerameti herhalde burada devreye girer. Lahiri'ye daha ilk kitabıyla 2000 Pulitzer'i kazandıran da tam bu noktadaki olağanüstü yeteneği. "Ben öykü aşığıyım," diyenlerden, "Ben aslında öykü okumayı pek sevmem ama..." diyecek olanlara kadar okuma keyfi olan herkesi kitabın başına mıhlayan bir kurgu ustası Lahiri. İnsanlardan bir yere ya da bir şeye ait olma duygusu niyedir; dahası geçmişlerine bakıp bir kopukluk hissettiklerinde neden böylesine dert edinirler...? Peki, bu kadar genç yaştaki, üstelik egzotik bir güzelliğe sahip bir kadın yazar da bir sürü hoş ve uçucu konu dururken, neden kalkıp, "aidiyet" gibi bir meseleyi öykülerinin ana teması yapmayı düşünür?! Bilinmez tabii, bilinmez ama, Lahiri'nin ortak kaderimiz olan çıkışsızlığı doğallıkla söyleyiveren yeteneği, gündelik hayatımız içinde mutsuzluğa kapı aralayan bir acı hüzün taşıdığımız hatırlatır: Bu boşluk, bu özlem, avutulur gibi değil... Köklerinden kopmuş bir şairin, "bir ahtopotla boğuşuyorum denizdeki yuvamı elde etmek için" dediği gibi, yazar da Dert Yorumcusu'nda, bize çok da yabancı olmayan insanların gündelik hayattaki sıkıntılarını en renkli betimlemelerle ve bazen muzipçe güldürerek yansıtıyor. Bu vaadi genç yaşına sıcak duyarlılığını katarak yaratan Lahiri, Amerikan kısa öyküsüne karaderili yazarlardan sonra yeni bir insani boyut serpmeyi başaran bir öykücü. (Arka Kapak) Sizce Güney Asya kökenli Amerikalı kadınların hep aynı konular üzerinde mi yazmaları bekleniyor? Yazdığı bilim kurgu romanını bastırmaya çalışan bir başka Güney Asya kökenli Amerikalı yazarla konuşmuştum. Yayınevinin ondan sürekli, Güney Asya'lı kadınların perspektifinden bir şeyler yazmasını istediğini, çünkü okurların bu tür kitaplara ilgi gösterdiğini söylemişti. Ama ben çok şanslıyım ki, böyle bir konuyla uğraşmak zorunda kalmadım. Kitabımdaki öykülerin yarısı erkeğin bakış açısından yansıtılıyor. Aslında bu da sorun yaratabilirdi ve kendimi bu konuda da şanslı hissediyorum. Kitaplarınızda erkekleri anlatmaya çok istekli görünüyorsunuz. Sizce, içinde bulunduğunuz Asya kökenli Amerikalı topluluğun erkekleri hakkında olumsuz kalıplarla mı düşünülüyor? Erkek bakış açısından yazmayı seçmenizin özel bir sebebi var mı? Erkek bakış açısından yazmamın sebebi, bir yazarın merakıyla, kendi kişisel merakımın biraraya gelmesi diyebilirim . Bence ne kadar çok yazarsanız insanlarla o kadar ilgilenmeye başlıyorsunuz . Benim hiç erkek kardeşim yok ve erkek düşüncesi kafamda hep yabancı bir şey olarak kalmıştı. Onları birey olarak tanımaya başlamam yeniydi, henüz yirmili yaşlarda bile değildim diyebilirim. Erkekleri tanımak büyümenin bir parçasıydı, ancak bunu çok da bilinçli olarak başardığımı söyleyemem. '' Bu Kutsanmış Ev'' ilk öyküydü ve bir erkek kahramanın zihninde başlayıp orada bitti. Bu öykü beni heyecanlandırmıştı. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım. Kendinizi aidiyet dertlerinin yorumcusu olarak mı görüyorsunuz? Bu, kendime üstünde düşünerek biçtiğim rol değil, ama yıllardır böyle yaşadığımı da düşünebiliyorum. Çizdiğim bütün karakterler bir şekilde iletişim engeliyle karşılaşıyorlar. Ben kendilerini tam olarak ifade edemeyen insanları yazmayı seviyorum. İki ayrı ülkede büyüdüğüm için olaylara etrafımdaki herkesten başka bir ışıkla bakabiliyorum. ( Everest Yayınları Bülteni, Lahiri Röportajı, Temmuz 2000)