“Jerónimo de Azcoitía onca zamandır beklediği evladına bakmak için nihayet beşiğin perdelerini araladığında, onu oracıkta öldürmek istedi.”
Soy ve kusursuz beden takıntısıyla hareket eden aristokrat Jerónimo de Azcoitía ve yaşlılarla yetimlerin kaldığı bir sığınakta olup bitenleri sessizce gözlemleyen gizemli Mudito. Deliliğin topraklarında bu ikisini bir araya getiren, labirentlerin başka labirentlere açıldığı, hayata ve hayatın dışına dair tüm sınırların anlamını kaybettiği, halüsinatif bir hikâye. İnsanın en ilkel korkularıyla yüzleştiği, kaçışı olmayan bir kâbusun içine hapsolduğu, rahatsız edici bir anlatı.
20. yüzyılda Latin Amerika edebiyatının büyük bir sarsıntıyla kendine yeni yollar açtığı “boom” döneminin merkezindeki isimlerden olan Şilili yazar José Donoso, karanlığa dönük bakışları ve kara mizahıyla toplumsal yapıdaki çatlakların izini sürüyor. Hikâyesini derin bir sembolizm ile kaleme aldığı Edepsiz Gece Kuşu, iktidar, dışlanma, kimlik üzerine bir başyapıt.
Humberto, düzene saygı duymak gerekir, aldatarak ya da çalarak beyefendi olunmaz, işe dürüst olmakla başlamak gerekir. Biz Azcoitía olamayız. Onlara dokunamayız bile. Biz Peñaloza’yız, bizimki çirkin, bayağı,
bir soyadı, operetlerde kaba saba espriler yaparken kullanılan bir soyadı, bir şahsiyeti sonsuza dek avam bir soyadının hapishanesine tıkarak gülünç hale sokan bu iflah olmaz kabalık simgesi bana babamın mirası.